1. Gümrük Birliği, Avrupa Birliğine üye olmak için verilen ulusal bir ödündür. Ekonomik gücüne ve yönetim sistemine güvenen Avrupa ülkeleri, ortaklıktan elde edecekleri yararları düşünerek gümrüklerini diğer ülkelere açmışlardır. Türkiye, ortaklık haklarını elde etmeden pazarını Avrupa’ya açmıştır. “Nimet”i olmayan bir “külfet”e katlanmış, kendisini de Avrupa için “külfetsiz nimet” haline getirmiştir. Bu nedenle tam üyeliğe alınmasının gereği ortadan kalkmıştır.
2. Avrupa büyük boyutlu ekonomik ve sosyal sorunlarla karşı karşıyadır. Daralan dünya pazarları, şiddetlenen uluslararası rekabet, işsizlik üretimsizlik ve sosyal güvenlik sorunları giderek büyüyen dalgalar halinde Avrupa’yı sarmaktadır. Kendisini ABD ve Japonya’ya karşı korumaya çalışmaktadır. Amacı siyasi birliktir. “Avrupa Birleşik Devletleri” olarak ifade edilen oluşumda Türkiye’nin yeri yoktur. Olması da mümkün değildir.
3. Türkiye, AB’ne göre sorunları çok daha fazla olan geri bir ülkedir. Böyle bir ülke Avrupa için “ortak” değil ancak “pazar” olabilir. %10’u aşan kronik işsiz oranıyla Avrupa’nın, kalabalık nüfusu ve %26 işsizi olan Türkiye’yi tam üyeliğe alarak ona serbest dolaşım hakkı tanıması demek, çözmekte yetersiz kaldığı Avrupa işsizliğinin katlanarak artması demektir. Böyle bir gelişme ise AB’nin gözünde “Viyana kapılarında durdurulan” Türklerin Avrupayı bu kez “kılıçsız istila” etmesidir.
4. Türkiye tam üyeliğe kabul edilmesi halinde, temsil haklarının nüfusa göre belirlendiği Avrupa Birliği içinde, Birliğin en etkin birkaç ülkesinden biri olacaktır. Avrupa Parlamentosu’nda 91 milletvekili, (Almanya 99, İngiltere ve Fransa 87), Bakanlar Konseyi’nde 10 oy (Almanya, İngiltere ve Fransa 10 oy) ve AB Komisyonu’nda 2 komiser (Almanya, İngiltere ve Fransa 2) ile temsil edilecektir. Yüzyıllardır (1923-1938 arası hariç) Avrupa’nın yarı-sömürgesi durumunda olan Türkiye, Avrupa’yı yöneten bir ülke haline gelecektir. Kendi ülkelerini “yönetemeyenler” Avrupa’yı “yöneteceklerdir”. Böyle bir durum, Avrupalılar için değil kabul etmek gerçek bir “kabus”tur.
5. Türkiye tam üye olması halinde, AB’nin yürürlükteki sistemi gereğince, Birliğin “az gelişmiş yöreler yardım fonundan” her yıl yaklaşık 17,5 milyar dolar yardım alması gerekecektir. Böyle bir durum, Pazar ve para için 20. Yüzyıl içinde milyonlarca insanın öldüğü iki dünya savaşı çıkaran Avrupalıların, “akıllarından bile geçiremeyecekleri” bir gelişmedir.
6. Avrupalılar Türklere yüzyıllardır ırkçı ve dinci gözlüklerle bakmışlardır. Avrupalılar için, Türklerin yaşam tarzları, kültürel gelenekleri ve dini inançları, aynı siyasal oluşum içinde birlikte olunamayacak kadar kendilerinden uzaktır. Bu durum Türkler içinde geçerlidir. Avrupa her geçen gün daha fazla kendi içine kapanmakta ve kendini özellikle ABD ve Japonya’ya karşı mücadeleye hazırlamaktadır. Yarattığı ekonomik-siyasi oluşum içinde Türkiye’nin gerçekten “yeri yoktur”.
Kaynak : Metin AYDOĞAN - Yeni Dünya Düzeni, Kemalizm ve Türkiye
Bu yalın gerçeği herkes görüyordu ama Türkiye'yi "yönetenler" görmüyor ya da görmek istemiyordu.
Oysa AB yetkilileri Türkiye’yi birliğe almayacaklarını
açıkça söylüyorlardı.
AB Dış ilişkiler komitesi başkanı Tom Spencer, Amerikan Dow Jones haber ajansına verdiği demeçte şöyle diyordu:
“Türklere ilerde bir gün AB’nin parçası olacakları yolunda 30 yıldır söz vererek hiç dürüst bir davranışta bulunmadığımızı düşünüyorum. Çünkü gerçek, AB’nin Türkiye’yi üye olarak kabul etme yolunda hiçbir niyetinin olmadığıdır. Türkiye, bir yandan köktendincinlerin diğer yandan bizim tutamayacağımız sözlerin arasında sıkışmış durumdadır. Türkiye’ye gerçek niyetimizi anlatmamız dürst bir davranış olurdu.”
Almanya eski başbakanı Helmut Schmidt, konu hakkında şunları söylüyor:
“Avrupa’nın geleceğinde, ne olursa olsun Türkiye’nin yeri yoktur. 70 milyon Türk vatandaşını Avrupa içinde serbestçe dolaştırmayız. Avrupa’nın İran, Suriye, Irak gibi ülkelerle sınır komşusu olmasını kabullenemeyiz. Türkiye ile ekonomik ilişkilerimizi sürdürmeliyiz. Genç ve hızlı büyüyen nüfusunun satın alma gücünden faydalanmalıyız. Bu ülkeye ihracatımızı sürdürmeliyiz. Ancak, bu ülkenin globalleşmenin temel prensiplerine sahip olmadığını ve uluslararası kardeşliği içine sindirmediğini de görmeliyiz.”
Fransa eski cumhurbaşkanı, Valeri Giscard D’estaing ise şunları söylüyor:
“Türkiye’nin AB içinde yeri olmayacak. Bugün, Avrupa’da hiçbir lider Türkiye’yi AB içinde istemiyor. Yarın için de böyle bir niyetleri bulunmamaktadır. Türkiye’ye haksızlık ediliyor. Çünkü Türkiye, AB tarafından aldatılıyor. Helsinki’de aday yapılması Türkiye’ye boşuna umut vermektedir.”
Katolik Kilisesi’nin AB-Türkiye ilişkileri konusundaki görüşü politikacıların görüşlerinden daha radikal. İtalyan piskoposlarının yayın organı L’avvanrie’nin 3 Ocak 2000 günlü yayınında diplomatik üslup kullanılmıyor ve açıkça şunlar söyleniyor:
“Müslüman Türkiye’nin AB’ne girmesi kimliğimize gölge düşürür. Bu üyelik, yan yana büyüyen Hıristiyan gelenekleri ile şekillenen Avrupa medeniyetlerinin temelindeki ittifakları sarsar. Unutmamalı ki ‘Avrupa fikri’, başlı başına ‘düşman Türklere’ ve Türkiye’nin başını çektiği İslam Dünyası’na karşı gelişti. Ankara ile yakın ilişkileri geliştirmeye evet. Ama farklı tarihi ve kültürel gerçekler farklı kalmalıdır.”